11 Şubat 2009 Çarşamba

sabah oluyor...dıt..dıdıdıdıttt....:)

saat sabahın 4 buçuğu...

bir buçuk saat sonra falan çalmaya başlayacak memurlarrın işçilerin baş uclarındaki saatlerinin alarmları...

dıt dıdıdıt....

kaç saat kırdım sırf bu yüzden...

saat sabahın 4 buçuğu... uyumaya mı geç kaldım hayata mı... kim kurdu saatleri?

haydi size hayırlı işler...

ben yatıyorum...

yok yok vazgeçtim... siz uyanında... öyle uyurum...

görmem lazım sizi küfrederken; sabaha, saate...

sizi rüyanızdan ayıran herşeye...

kim bilir kaç erkek, uzaktan beğendiği kadınla sevişirken... tam da sevişirken....

dıt... dıdıdıdıttt.....

ve kaç kız... tam da bembeyaz gelinliğini giyimiş,

çocukluğundan beri hayalini kurduğu düğününde tam pastayı keserken....

dıt... dıdıdıttttt....

durmayın durmayın küfredin....

ağzınıza bir parmak hayat çalıp tüm hayatınızı sizden çalanlara küfredin....

bol bol küfredin....

dıt...dıdıdıdıdıtttt......

yahu sabah sabah şom ağızlılık gibi olcak ama...

sabahın köründe uyanıp gittiğin işten kazancağın parayla o kızla sevişemezsin....

tam da rüyanda görürken... yahu ne büyük talihsizlik!

dıt....dıdıdıdıt......

ah be güzel kızım... o maaşla sen o çeyizi 40'ına kadar anca düzersin...

tam da evleniyordun halbuki....

dıt...dıdıdıtt.....

gece devam eder mi ki bu rüya?

nahhh eder....

saati kapatıp uyusaydınız keşke....

devam etseydiniz uykunuza??

o zaman da patron...

dıt...dıdıdıdıt....

sayendizde çalan herşeyden tiksindim...

hadi ben yatıyorum artık...

siz de geç kalmayın işinize gücünüze...

dıt...dıdıdıdıt.......

10 Şubat 2009 Salı

karanlık oda...

Zamirlere boyadım bugün odamı! Yatağımın karşısında kocaman bir "sen" duvarı var... Uyuyamadığım gecelerde yastığıma dayayıp sırtımı konuşuyorum "sen"le... Sabah kalktığımda, gözümü açar açmaz günaydın sigarası yakıyorum sana!
Yatağımın hemen yanındaki duvar, "biz"! Gece tam dalmak üzereyken uykuya, elime değiyor buz gibi "biz", dağılıyor uykum, yüzümü sana çewirip bir efkar sigarası daha yakıyorum... Sonra senin de yaptığın gibi sırtımı duvara dönüp, sırtımı "biz"e dönüp uyumaya çalışıyorum... ama nafile...
Nefile! Ben duvarına sırtımı döndüğümde karşımda "biz" duvarı kadar kocaman bir "hiçkimse" duvarı var! "biz" sizlikte hiçkimseyle başbaşa kalıyorum! Karanlıkta üstüme üstüme geliyor hiçkimse! daralıyorum... Oda bana dar geliyor... Ama içinden de çıkamıyorum!

"Sen" duvarının karşındaki duvar ise "ben"... Sana bakarken sırtımı dönüyorum bana! Yok sayıyorum ben "ben"i.... bir yanım biz, bir yanım hiçkimse... öylece uzaktan sana bakıyorum...

6 Şubat 2009 Cuma

yosun saçlı papatya ağacı

Bir yol görüyorum önümde karanlık bir denizden dallanıyor önü… Adım atsam, paçam ıslanacak, bağırsam sesim kısılacak! Siz en son ne zaman denizde yürümeyi denediniz? Mesela siz bayım karanlıkta köşede duran, aydınlanınca ortalık yaprakların üstünde güneşlenen sizdiniz bayım… Onca mucizeye inanırken ah nasıl olurda denemezsiniz denizde yürümeyi? Her neyse bayım korkarım kaybınız büyük! Sonra ey ahali! Adımı attığım zaman ilk seferinde denize, koşarak yakamozların üzerinde tutmaya çalıştım ayı bir elimle… Birkaç yıldız battı elime, elimden kanlar süzüldü bembeyaz karlarla kaplı dağların tepelerine… Karlar kan oldu, kanım buz kesti dondu!
Bir kadın kafasını çıkardı denizden… Saçları yosun gözleri efsun! Dedi bana anlat toprak kokusunu… Dedi bana anlat tenini âşık olduğun… Dedi bana anlat! En ölümsüz olduğu anını ölümsüz ruhunun! Ah sizler dedi… Sizler mucizelere inanan, mucizelerden ilham alıp mucize gibi yaşamaya çalışan ölümlüler… Gelirsiniz zaman zaman işte bu denizin kıyısına, denersiniz tüm maharetinizi…
Dedim ki dur önce cevaplıyım sorularını… Sonra sen karar ver hangimiz yaşıyor mucizeleri… Bu arada karlı dağın tepesinde kanım hala donuyordu!
Toprağın kokusu bir yağmurun sevişmesidir toprakla… Aşk kokar sağın solun! İnsanlar yağmur yağdığı için çiçek açtığını sanır! Fakat bir çiçek ancak aşktan açar açarsa!
Ve soruyorsun bana onun tenini… O’nun teni bir ipek kumaştır! Parmaklarının arasında akar gider… Su değil! Sudan daha şeffaf! Hava değil! Havadan daha gerçek! O’nun teni cennetin nüshasıdır! Ölene kadar değil öldükten sonra bile yıkanmak istediğin bir akarsudur… Bir deryadır bir hülyadır!
Yanında en romandaymışsın gibi hissettiren insanın yanında oldun dakikalardır ölümsüz olduğun dakikalar… Bir edebiyat tozu serpilir saçlarından aşağı! Bir şiirin kafiyesisindir o an! Hem o şairdir hem sen! Hem o şiirdir hem sen…
Ben cümlemi bitirince yosun saçlı efsun bakışlı kadın denizden çıkarken açtığı gediğe doğru ağır ağır batarken son bir kez yüzüme baktı ve…
“Ama o zaman neden burada yıldızları tutmaya çalışıyorsun onun teninde dolaştırmak varken parmaklarını?” dedi… İşte o an susma zamanı bendeydi… Ve aynı onun yaptığı gibi benim de usulca terk etmem gerekiyordu yakamozların üzerindeki haksız yerimi ağır adımlarla. İçimden birçok acı aktı geçti ama bir cümle oluşturamadılar… Sadece acı aktı geçti… Ilık bir acı… Ciğerime çektiğim nefesten vücuduma giren, kalbimin tüm vücuduma pompaladığı, tüm hücrelerime dağılan bir acı…
Ve karların üzerinde kanım hala donuyordu… Şimdi artık bakmasanız da olur. Hikâyem biterken ben, bir ağaç diktim karların arasına! Bir papatya ağacı! İnanmadınız galiba? Hayır, hayır yanlış okumadınız! Bir papatya ağacı diktim! Karlarla kaplı bir dağın zirvesine, tam kanımın donduğu yere… Kâh benim suladığım, kâh yosun saçlı efsun bakışlı kadının suladığı bir ağaç… İkimiz de yokken yıldızlara emanet ettiğimiz bir ağaç! Hiç yaşanmamış bir mucizenin en büyülü meyvesi… Bir papatya ağacı…
Geleceğin korkusu düşer kucağına… Gece lime lime olur gözlerinde, işte o an anlarsın hayatın yüzde kaçı ellerinde… Bir büyük ahmaklıktır hayatın yularlarını ellerinde tuttuğunu düşünmek! Ve gelecek esaslı bir kaybetme duygusudur hep bir bağlanmanın özü! O olmasa ne yapacağını bilememeden yola çıkar fikrin önce, sonra kaybediş anını düşünüp irkilir tüm vücudun… Hüzünlerin koynuna yatarken işte o an bağlanırsın karşındaki sevdiğine! Bir dünya görürsün renkleri alınmış, çiçekleri kopartılmış… Gridir belki dünyan ve belki harabedir tüm kurmaya çalıştığın şehirler… Ama bilirsin ki karanlık değildir çünkü karanlıkta bir şey göremeyecek kadar şanslı olamayacağını bilirsin! Gözlerini kapatman yetmez soğuk iliklerine işler! Bir boğuk yalnızlık türküsü tırmalar kulaklarını ve sen her kaybedişinden sonra betimlemeye alıştığın acı tecrübelerinle baş başa kalırsın. Nafile olur tüm cümleler… Tüm paragraflar birer boş mezar! Eline yine bir umut süpürgesi alır, süpürmeye başlarsın hayal kırıklıklarını… Belki de bilmem kaçıncı gelmeyen bahara fallar açarsın… Kalemine bulaşır yaşanmışlıkların, belki azcık daha güzel yazarsın! Ama nafiledir tükenmez kaleminin mürekkebi! Ne kadar yazsan da gidene sesini duyuramazsın! İşte bir bağlanmanın tesadüfi olmaktan uzak kaderi… İşte tüm bu yol haritasıdır bağlayan sana beni! Çünkü sen; dünyamın renkleri, çünkü sen; dünyamın en güzel dört mevsimi… Ama yine de bazen geleceğin korkusu düşer kucağıma…
Gece leylaklanmış bir karanlıktan güvercinler uçurmak umuda…
Dur desen durmaz zaman, ak desen akmak bilmez
Şiirler yazarsın sabaha, belki bir şarkı tutarsın radyoda
Ama ne kadar uzansan da parmakların sabaha değmez…
Bir ağıt dökülür dudaklarından kâğıtlara,
Cümlelere döksen cümlelere sığmaz…
Utanırsın belki de aynalara bakmaktan,
Yüzünün anlamı değişmiştir uzaktan…
Adını sayıkların belki de geceni zifiri yapanın…
Sigarana duman katanın!
Fakat sen ne kadar acı çeksen de, giden hala yoldadır…
Bitmemiş bir gecenin ucunda oturmak
Suskun ve derinden dinlemek ayın fısıltılarını…
En durgun toprağa çizmek duyguları,
Yitirmek daha yeni yakmışken sigarayı!
Olabilmek ölebilmenin bir fonksiyonu iken
Cümlelerinde hayat vermek alevin gölgesindeki sevdiğine
Ve geceden umuda gemiler kaldırmak
Zifiri bir gecede bir papatyanın fenerliliğinde!
Yıldızlardan en parlağına takılmışken gözün
Bir bakıma gecenin dibine bakarken gözlerin
Hani anlamsız gelir kimine
Ama âşık olmak böyle bir şey birine!